Ana içeriğe atla

ALLAH IN ELÇİSİNİN, ÜMMİ OLUŞUNDAN ALACAĞIMIZ ÇOK ÖNEMLİ DERSLER.



Kur’an öyle rehber ve yol gösterici bir kitap ki, onu anlayarak, bilerek ve düşünerek okuduğumuzda, gönül gözümüzü açacağını ve o Kur’an ın NURU ile gönlümüzü aydınlatacağını anlatır bizlere. 

Yazıma başlamadan önce, sizleri Allah ın elçisinin yaşadığı dönemi düşünmeye davet ediyorum. Acaba peygamberimiz, Allah tan elçilik görevini almadan önce ne konumdaydı. Yani peygamberimiz yoldan sapmış, sanı ve rivayetlerle yaşanan Yahudi ya da Hıristiyan toplumundan mıydı?

Bu sorunun cevabını vermeden önce, Yahudilerin ve Hıristiyanların o devirde itikat ve inançlarının durumu nasıldı? Yine Kur’an dan öğrendiğimize göre,  Allah ın kitapları devre dışı bırakılmış rivayetler, atalarından gelen hurafeler ve batıl dine hükmeder olmuş bir durumda olduğunu anlıyoruz. Allah tan yardım isteneceğine, edindikleri şefaatçilerden/velilerden putlaştırılmış insanlardan medet umar durumdaydılar. 

Allah ın elçiside, yaşanan dinin yanlışlığının farkında olarak, her zaman büyük bir arayış içinde olmuş ve Allah a sürekli yalvararak, doğruyu arama çabasında olduğunu, Kur’an dan bakın nasıl anlıyoruz. 

Bakara 144: Biz senin, YÜZÜNÜN HABİRE GÖĞE DOĞRU ÇEVRİLDİĞİNİ ELBETTE GÖRÜYORUZ. Hoşlanacağın bir kıbleye seni elbette döndüreceğiz. Artık yüzünü Mescid-i haram yönüne çevir. Nerede olsanız yüzünüzü Mescid-i haram yönüne döndürün. Kendilerine kitap verilenler, onun, Rablerinden bir gerçek olduğunu çok iyi bilirler. Allah onların yapıp ettiklerinden habersiz değildir.

Yukarıdaki ayeti Kur’an bütünlüğünde, dikkatlice incelediğimizde, peygamberimizin o günkü yoldan çıkmış itikada, inanca, dini fırkalara tabi olmayarak, habire yüzünü gökyüzüne çevirip Allah a dua ettiğini, Allah ın bu duayı bildiğini söylüyor. Peygamberimizin duası, Allah ın doğru yolunu bulmak adına olduğunu anlıyoruz.

Ayetin devamında, seni hoşlanacağın bir kıbleye elbette döndüreceğiz diyor. İşte tam burada hatırlatmak istediğim bir konu olacak. Burada belirtilen kıble ne anlama geliyor? Bugün ne yazık ki bu ayette geçen bu kelimeden yola çıkılarak, bakın nasıl bir anlam veriliyor.

(Artık yüzünü Mescid-i haram yönüne çevir.)

Bu cümleden yola çıkarak, namazlarınızı kılarken Mescid-i Harama dönün öyle kılın anlamı çıkartılıyor. Hâlbuki Allah bu konudan tek kelime dahi bahsetmiyor, yani namazlarınızı kılarken bu yöne dönün demiyor. Ayette salat, yani namaz kelimesi asla geçmez. Eğer öyle söylemiş olsaydı, bunu açıkça söylerdi. 

Yaradan daha önce Ehli kitaba namazlarını kılarken, Mescidi Aksaya dönerek kılın demiş olsaydı ki, böyle bir bilgi Kur’an da asla geçmez, bunun açıklaması da mutlaka yapılırdı. Çünkü namaz yalnız peygamberimize değil, tüm Ehli kitaba farz kılınmıştır.  Ne yazık ki bu ve buna benzer yanlış anlaşılmalar, ayetleri Kur’an a göre değil,  rivayetlere göre anlamaya çalıştığımız için olmaktadır. 

Peki, yüzünü Mescid-i haram yönüne çevir demekle, neyi kast ediyor Allah. Önce bu ayette geçen, kıble kelimesinin sözlük anlamına bakalım, ne anlama geliyormuş.

Kıble: Sıkıntılı bir durumda yardım umarak başvurulan, takip edilecek doğru yön.

Bakın ayette kıble kelimesi nasıl yerini buldu. Takip edilecek doğru yön. Zaten ayetin devamında da bunu açıklıyor ve bakın ne diyor.

(Kendilerine kitap verilenler onun, Rablerinden bir gerçek olduğunu çok iyi bilirler. Allah onların yapıp ettiklerinden habersiz değildir.)

Buradan da anlaşılıyor ki, takip edilecek yok Allah ın gönderdiği rehber Kur’an ın yolu. Peygamberimizin devrinde din ve iman o kadar yanlış yollara saptırılmış ki, Allah ın doğru yolundan, yani KIBLESİNDEN sapmıştı. Bakın aşağıdaki ayette bu konu ne kadar güzel açıklanıyor.

Bakara 145: Yemin olsun, Ehlikitap'a sen her türlü mucizeyi getirsen de onlar SENİN KIBLENE UYMAZLAR; sen de ONLARIN KIBLESİNE uymayacaksın. Onlar birbirlerinin kıblesine de uymazlar. Eğer sen, ilimden nasibin sana geldikten sonra onların boş ve iğreti arzularına uyarsan, işte o zaman kesinlikle zalimlerden olursun.

Allah elçisine, sen ehlikitaba istediğin mucizeyi getir sende, senin kıblene yani senin tebliğ ettiğin doğru yola uymazlar, çünkü Allah ın yolundan KIBLESİNDEN sapmışlardır diye açıklama yapıyor. Elbette sende onların kıblesine yani takip ettikleri inanca, uymayacaksın diyerek uyarıyor. Bir başka örnek daha verip, onlar kendi aralarında da bölünmüşler ve farklı yollar izledikleri için, birbirlerinin kıblelerini yani izledikleri yolu kabul etmezler, diyerek konuya açıklık getiriyor.

Yukarıdaki ayette geçen KIBLE kelimesini, dikkatle incelemeye devam edelim. Eğer Allah bu kelimeyle, namazlarınızı kılarken bu yöne dönün anlamında söyleseydi, bunu açıkça söylerdi. Fakat dikkat ediniz, namaz yani salât kelimesi asla geçmiyor ayette.  Şimdide size, peygamberimizin elçilik görevi tebliğ edildiğindeki bir özelliğinden daha bahsetmek istiyorum. Önce ayeti yazalım.

Araf 158: De ki: 'Ey insanlar, ben Allah'ın hepinize gönderdiği bir elçisiyim. Göklerin ve yerin mülkü yalnız O'nundur. O'ndan başka ilah yoktur, O diriltir ve öldürür. ÖYLEYSE ALLAH'A VE ÜMMİ OLAN ELÇİSİNE İMAN EDİN. O da Allah'a ve O'nun sözlerine inanmaktadır. Ona iman edin ki hidayete ermiş olursunuz.

Ayette geçen ÜMMİ elçi sözü ile Allah ne anlatmak istiyor bizlere? Burası çok önemli. Hatırlarsanız ümmi kelimesini günümüzde, okuma yazma bilmeyen olarak açıklanır. Acaba Allah bu ayetiyle elçisinden bahsederek, okuma yazma bilmeyen bir elçiye uyun demiş olabilir mi? Ya da Allah okuma yazma bilmeyen bir elçi, dini lider görevlendirir mi? Gelin ÜMMİ kelimesinin ne anlama geldiğini, yine Kur’an dan anlamaya çalışalım ki, peygamberimizin o dönemdeki konumu, çok daha iyi anlaşılabilsin.

Ali İmran 20: Eğer seninle tartışmaya girerlerse de ki: "Bana uyanlarla birlikte ben kendimi Allah'a teslim ettim." EHL-İ KİTABA VE ÜMMİLERE DE: "SİZ DE ALLAH'A TESLİM OLDUNUZ MU?" DE. Eğer teslim oldularsa doğru yolu buldular demektir. Yok, eğer yüz çevirdilerse sana düşen, yalnızca duyurmaktır. Allah kullarını çok iyi görmektedir.

Yukarıdaki ayette, Allah elçisinin Ehli kitaba ve ümmilere seslenerek, Allah a teslim oldunuz mu demesini istiyor. Dikkat ettiyseniz, Ehli kitap ve ümmiler diyor. Yani iki farklı toplum var. Eğer ümmilere okuma yazma bilmeyenler dersek yanlış olur. Çünkü Ehli kitap içinde, zaten okuma yazma bilmeyen çok insan vardı o devirde. Okuma yazma bilmemek, Ehli kitap tan olmadığı anlamına asla gelmez. Demek ki ümmi sözcüğünün anlamı çok farklı. Devam edelim, ümmi kelimesiyle Rabbimiz ne anlatmak istiyor.

Ali İmran 75: Ehlikitap'tan öylesi vardır ki, ona yüklerle emanet teslim etsen onu sana iade eder. Onlardan öylesi de vardır ki, ona bir dinar emanet etsen, tepesine çökmedikçe onu sana geri vermez. Bunun sebebi şudur: ONLAR: "ÜMMÎLERİN, BİZİM ALEYHİMİZE YOL BULMALARI MÜMKÜN DEĞİLDİR." DEMİŞLERDİR. ONLAR, BİLİP DURDUKLARI HALDE, ALLAH HAKKINDA YALAN SÖYLERLER.

Yukarıdaki ayette aslında ümmilerin, Ehli kitap olmayan toplumlar olduğu anlaşılıyor. Çünkü bir kısım Ehli kitap tan olanlar, ümmilere karşı çok sert davranıp, onların haklarını gasp ettiklerinde, buna kendilerinin haklarının olduğunu düşünmelerinden kaynaklanıyor. Çünkü ümmiler, Ehli kitabın inançlarını kabul etmeyen toplumdu. Tabi yoldan sapmış Allah ın kitabından uzaklaşmış bir Ehli kitaptan bahsediyoruz, bunu da unutmayalım. Ümmilere haksızca davranan ve kendilerinin buna hakları olduğunu düşünenlere, Allah ın cevabı aslında çok düşündürücüdür.

Aslında aşağıdaki ayet, tüm söylediklerimizin bir özeti konumunda. Bakın Allah elçisinin ÜMMİ oluşu konusunda ki açıklamayı nasıl yapıyor.

Şura 52: İşte biz böylece sana da emrimizden Kur'ân'ı vahyettik. YOKSA SEN KİTAP NEDİR? İMAN NEDİR BİLMİYORDUN. Fakat biz onu bir nur kıldık. Onunla kullarımızdan dilediğimizi doğru yola iletiyoruz. Şüphesiz ki sen de insanları doğru bir yola götürüyorsun.

Bu ayetten de anlaşılıyor ki, Allah ın elçisi o gün yaşanan ehli kitabın hiç birisine tabi olmamış. Peki, neden tabi olmamış? Çünkü yukarıda da belirttiğimiz gibi, Allah ın emrettiği din yolundan sapmış da ondan. TÜM BU BİLGİLER IŞIĞINDA DÜŞÜNDÜĞÜMÜZDE BATILA, YOLDAN SAPMIŞ BİR İNANCA TABİ OLMAKTANSA, DOĞRUNUN ARAYIŞINDA OLMAK, ALLAH KATINDA EN DOĞRU OLAN  BİR DAVRANIŞ OLDUĞUNU, ÇOK DAHA İYİ ANLIYORUZ. Allah ın değişmeyen ve korunan rehberi, bugün elimizde sapasağlam duruyorsa, bizlerin yapacağı da çok açıktır. Bakara suresi 78. ayette, ümmi konusuna açıklama yapıyor ve bakın ne diyor Allah.

(Onlardan bir kısmı ümmidir. Kitabı bilmezler; (bildikleri) bir sürü asılsız şeylerden başkası değildir ve yalnızca zannederler.)

Demek ki ÜMMİLER kitabı bilmeyenler, yani o günün ehli kitabın inançlarına tabi olmayanlar. Aşağıdaki ayet ise peygamberimizin o dönemdeki konumunu daha da net açıklıyor. 

Cum’a 2: O, ümmîler içinde, kendilerinden olan ve onlara ayetlerini okuyan, onları arındırıp-temizleyen ve onlara kitap ve hikmeti öğreten bir elçi gönderendir. Oysa onlar, bundan önce gerçekten açıkça bir sapıklık içinde idiler.

Allah ayetlerini o kadar güzel açıklıyor ki, yeter ki onu anlamaya çalışmak için, yine Kur’an dan yardım alalım. Ayetleri birilerinin nefsine, rivayet ve sanı inançlarına feda etmeyelim. Ayette Allah, görev verdiğim elçiyi ÜMMİLERİN içinden seçtim diyor. Ayete lütfen dikkat ediniz, kendilerinden olan ve onlara ayetleri okuyan, onları arındırmaya çalışan, kitabı öğreten peygamberimizden bahsediyor. 

Buradan da anlıyoruz ki, ÜMMİLER OKUMA YAZMA BİLMEYEN DEĞİL, tam tersine Ehli kitaba tabi olmayanlar olduğu anlaşılıyor. Peygamberimizin de bunların içinden, hakkın/doğrunun arayışında örnek, güvenilir ve saygın bir insan olduğunu, Kur’an dan öğreniyoruz.  

Zaten o devrin Ehli kitap toplumunun, peygamberimize en büyük karşı çıkışı, inanmak istemeyişindeki itirazları, kendi içlerinden bir ELÇİ çıkmayışınadır. Ehli kitap, Allah elçi göndermiş olsaydı, bizim aramızdan gönderirdi diyerek itiraz ediyorlardı. Günümüzde ÜMMİ nin anlamını, okuma yazma bilmeyen anlamına delil gösterdikleri ayeti önce hatırlayalım, daha sonrada üzerinde birlikte düşünelim. 

Ankebut 48: Sen bundan önce herhangi bir kitap okumuyordun; onu sağ elinle de yazmıyorsun. Eğer öyle olsaydı, batıla saplananlar mutlaka kuşku duyacaklardı.

Aynı ayeti başka bir mealden de yazalım ki, ayet daha iyi anlaşılsın.

Ankebut 48: Çünkü [ey Muhammed,] sen bu [vahyin gelmesi]nden önce herhangi bir ilahî kelâmı okumuş ya da onu kendi ellerinle yazmış değildin; öyle olsaydı, [sana vahyetmiş olduğumuz] hakikati çürütmeye çalışanlar, insanları [onun hakkında] kuşkuya sevk edebilirlerdi.

Şura suresi 52. ayetini hatırlayalım ne diyordu elçisine Yaradan?

(Yoksa sen kitap nedir? İman nedir bilmiyordun.)

Demek ki Allah, sen bundan önce din adına herhangi bir kitap okumuyordun ve yazmıyordun demekle, o günün ehli kitabına ait kitapları okumuyordun ve bu konuda hiç bir şeyde yazmamıştın, yani hiçbir bilgin yoktu, dediği çok açık anlaşılıyor. 

Eğer Allah Ankebut 48. ayetinde, sen okuma yazma bilmiyordun demek isteseydi, bunu çok açıkça söylerdi. Kur’an ın hiçbir ayetinde, peygamberimizin okuma yazma bilmediğine dair tek bir açıklama yoktur. Ümmi kelimesinin anlamı da, yukarıda verdiğim ayet örnekleri ile çok açık anlaşılmaktadır. Kur'an ilk ayetinde, Allah ın adıyla oku diyorsa, nasıl olur Peygamberimiz okuma bilmezdi deriz. Elçisi okuma yazma bilmiyor olsaydı, bu bilgi mutlaka Kur’an da açıkça verilir, sen okuma bilmiyorsun ama bizim oku emrimizle, mucize olarak okumayı öğrendin diye izah edilirdi. Hâlbuki böyle bir bilgiye Kur’an da rastlamıyoruz. Ama rivayetler ışığında ayetleri anlamaya çalışırsak, bu konuda çok şeyler anlatılıyor. Ayetin sonunda Allah ın söylediği cümle, aslında dikkatle düşünüldüğünde her şeyi açıklıyor.

(Eğer öyle olsaydı, batıla saplananlar mutlaka kuşku duyacaklardı.)

Peki, kuşku duyulacak ne olabilir? Eğer ümmi kelimesine, okuma yazma bilmeyen anlamını verirsek, asıl o zaman kuşku duyulurdu. Asıl kuşku duyulmamasına neden, peygamberimizin bir ehli kitap olmadığı için, bu kitabı kendisinin yazmasının mümkün olamayacağı, dini konularda hiç bir bilgisinin olmadığından, o devrin inançlarından uzak olması nedeniyle, insanların Allah ın elçisine indirdiği kitaptan, şüphe edemeyecekleri anlatılıyor.  Ama bizler ÜMMİ kelimesine, ne yazık ki Allah ın tek kelime bile söylemediği bir anlamı vererek, peygamberimizi okuma yazma bilmeyen bir insan ilan etmekten çekinmiyoruz bile. Bunlara inanmak, batıl inançlarımızı yaşatmak adına önemli olduğundan, inanmakta bir kusur görmüyoruz.

Hâlbuki Allah ın elçisi çok tanınan, çevresinde saygın, güvenilir büyük bir ticaret adamıydı. Böyle bir insanın, okuma yazma bilmemesi mümkün mü sizce? O devirde peygamberlik görevini, kendi içlerinden görevlendirilmemesini kabullenmeyen Ehli kitap, ne yazık ki bugünde aynı hatayı bizler yaparak, peygamberimize hakkı olmayan bir yakıştırmayı yapmaktayız ve okuma yazma bilmiyordu iftirasını atıyoruz. Allah ın elçisine yaptığımız bu saygısızlıktan dolayı, Rabbimiz bizleri affetsin.

Tüm bunlardan çıkaracağımız ders, bugün içinde yaşadığımız durumun acı gerçeklerinin, o devrin Allah ın kitabından uzaklaşmış toplumlarla, aynı konumda olduğu gerçeğidir. Çünkü bugünde, o günde Allah ın indirdiği kitap devre dışı bırakılmış, atalarından gelen rivayetler sanı bilgiler ile din, iman yaşanır olmuş. 

Allah göndermiş olduğu kitaplardan uzaklaşmış, rivayet ve sanı bilgilere iman edenler arasından bir elçi seçmeyip, ümmilerden yani Ehli kitaptan olmayanlar ama gerçekleri arayan, doğrunun arayışı içinde olan kulları içinden elçi seçmesi, çok düşündürücü ve dikkat çekicidir. Bunun üzerinde dikkatle düşünmeliyiz. Bu konuda alacağımız çok derslerin olduğunu düşünüyorum.

Bizler Kur’an dan gerçekleri aramak yerine, rivayet ve hurafe inançlarımıza delil aramak adına, art niyetlerle Kur’an a bakmaya devam edersek, elbette Allah ın nurundan, güneşinden de, gereği gibi istifade etmemiz mümkün olmayacaktır. Bu ayetleri açıklayanlar, Kur’an dan aldığı bilgiler ile değil, emin olamayacağımız asılsız rivayetlerle ayetleri açıklamaya çalışıyorlar. Onun için de bizler ayetleri doğru anlayamıyoruz ve onun ışığından aydınlanamıyoruz. Lütfen unutmayalım, Allah Kur'an ı ben açıkladım diyor. Bizler Allah ın kitabını doğru anlamak istiyorsak, mutlaka Kur'an ın açıklamalarından istifade etmeliyiz. Yoksa cahiliye toplumunun, durumuna düşeriz.

Tekrar hatırlatmak isterim, Yüce Allah görev verdiği elçisini, yoldan çıkmış Ehli kitaptan seçmemiştir. Bununla bizlere Allah ın anlatmaya çalıştığı, çok önemli bir mesajı vardır. Bu mesajı o gün kü toplum ne yazık ki anlayamamıştı. Lütfen bu mesajı bizler çok iyi anlamaya çalışalım ve kendimizi temize çıkarmadan, hiç kimseyi din ve iman adına ötekileştirmeden, elde Kur’an onun ipine sarılarak gerçeklerin arayışında, imanımızı yaşayalım.

Allah cümlemizin yardımcısı olsun. Dilerim Rabbimizden, Hurafe ve sanıya değil, Kur’an ın sınırlarını zorlamayan, FURKAN ın ipine sarılan, Allah ın halis kullarından oluruz.

Saygılarımla 
Haluk GÜMÜŞTABAK



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

HACER ÜL ESVED TAŞI VE GERÇEKLER.

Bugünkü yazımın konusu, Kâbe yi tavaf ederken elle selamlanan ve kutsallığına inanılan, Hacer’ül Esved taşı hakkında olacaktır. Gelin önce geleneksel İslam’ın, bu konuda kabul ettiği rivayetlere ve inançlarına bakalım kısaca. Bakalım da batıla inandığımızda, bizleri nasıl aklın mantığın ötesinde akıl almaz şeylere nasıl inandırıldığımızı da farkında olalım. Konuyla ilgili erişebildiğim tüm rivayetleri yazıyorum. Ders alabilene ne mutlu. Allah onun için, emin olmadığın bilgilerin ardına düşmeyin, hesabını sorarım diye boşuna uyarmıyor. “RİVAYETE GÖRE, HZ. İBRAHİM, KÂBE’NİN İNŞASINI BİTİRDİKTEN SONRA, OĞLU İSMAİL İLE TAVAFA BAŞLANGIÇ SIRASINI BİLDİRMEK İÇİN: “İSMAİL, BANA BİR TAŞ GETİR DE TAVAFIN NEREDEN BAŞLAYACAĞINI İŞARET EDEYİM” DEDİ. HZ. İSMAİL DE CEBEL-İ KUBEYS’TEN BİR TAŞ ALIP BABASINA VERDİ. O DA TAVAFIN BAŞLAYACAĞI BUGÜNKÜ KÂBE’NİN KÖŞESİNE TAŞI KOYDU.” “RİVAYETE GÖRE İBRAHİM PEYGAMBERİMİZ, BU TAŞI KÂBE NİN KÖŞESİNE YERLEŞTİRMİŞTİR. EBU DAVUD’UN RİVAYET ETTİĞİ BİR HADİSE GÖRE,

İSLAM DİNİNDE, HAREMLİK SELAMLIK VAR MIDIR?

Değerli din kardeşlerim, bizler Kur’an ayetlerini eğer, Allah’ın örnek verdiği diğer ayetlerinden yardım alarak anlamaya çalışmaz da geleneğin, rivayetlerin ve Mezheplerin dayattığı beşeri fıkıh inancının etkisiyle anlamaya çalışırsak, Allah’ın istediğini değil, kendi nefislerimizde yarattığımız dini yaşamış oluruz. Bugünkü makalemin konusu  İSLAM DİNİNDE, HAREMLİK SELAMLIK VAR MIDIR  ve bir kadın evli olmadığı bir erkeklerle beraber aynı ortamda oturamaz mı, bu konuda sizleri Kur’an’ı rehber alarak, düşünmeye davet etmek istiyorum.  Günümüz Mezheplerin, beşeri FIKIH inancının öğretisine baktığımızda, bir kadın evli olmadığı başka bir erkekle aynı ortamda oturamaz, ya da toplu halde bulunamaz şeklinde anlatılır. Bunun detayına girmek istemiyorum, çünkü bizler için beşeri fikirler değil, Allah’ın bizleri sorumlu tutacağına hükmettiği Kur’an önemlidir. Bu konudaki Kur’an ayetlerine bakmadan önce, genel anlamda düşünelim.  Bir kadının yalnız başına dışarı çıkamayacağına dair, bir hüküm v

BATIL VE RİVAYETLERDEN UZAK, KUR’AN’IN EMRETTİĞİ SALATIN, ÖZÜNÜ ANLAYABİLMEK….

  Salat/Namaz konusu İslam toplumunda, en çok konuşulan ama çok fazla fikirlerin, düşünce ve inancın ortaya atıldığı bir konudur. Bildiğiniz gibi günümüzde bizlerin namaz dediğimiz konu, aslında bu isimle Kur’an’da geçmez.  SALAT  diye geçer ama bu kelimenin öyle farklı anlamları da vardır ki, bu gerçek ne yazık ki İslam toplumunda hiç konuşulmaz, hatta her ayette geçen  SALAT  kelimesine, namaz adını verip gerçek anlamından saptırılarak yanlış anlaşılmıştır. Bu konu İslam toplumu tarafından çok fazla tahrif edilmiş ve farklı anlamlara çekilerek topluma anlatılmıştır. Onun için makalem biraz uzun oldu. Sabırla lütfen okuyunuz. Kur’an’da geçen  SALAT  kelimesine direk namaz anlamını verirsek, namazın detaylarını ve bu konudaki emirleri Kur’an’ın başında değil, daha sonra ki ayetlerde indirildiğini görürüz. Kur’an’ın indiriliş, nüzul sırası konusunu da araştırdığınızda net ve güvenilir bir bilgiye ulaşamazsınız. Çünkü farklı sure sıralamaları görürsünüz.  BAKIN SURE DİYORUM, AYET DEĞİL .